“Sermaye elbette ki kapitalistin veya daha ziyade kapitalist varlığın organsız bedenidir. Fakat böyleyken sadece paranın akışkan ve katılaşmış tözü değildir, çünkü paranın kısırlığına para üreten para biçimini verecektir. Organsız bedenin kendini yeniden-üretmesine, filizlenip evrenin en uzak sınırlarına kadar uzanmasına benzer biçimde artı-değer üretir. Kendisini makinedeki sabit sermaye olarak cisimleştirirken, makineyi nispi artı-değer temin etmekle yetkilendirir. Makineler ve eyleyiciler sermayeye tutunurlar, hem de öyle bir noktaya kadar ki, işleyişleri bile onun tarafından büyülenmiş gibidir. Her şey (nesnel olarak), bir sözde neden olduğunca sermaye sayesinde üretiliyor gibidir. Marx’ın söylediği gibi, kapitalistler elbette ki başlangıçta sermaye ile emek karşıtlığının ve sermayenin artı-emeği gasp etmek için kullanışlı olduğunun bilincindedirler.” Gilles Deleuze ve Felix Guattari – Anti Oedipus: Kapitalizm ve Şizofreni
Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin Anti-Oedipus’ta ortaya koyduğu kavramlar, yalnızca soyut felsefi terimler değil; aksine günümüzün siyasal ve ekonomik yapısını çözümlemekte güçlü araçlar sunar. Bu kavramlardan biri olan “organsız beden”, sermayeyi anlamak için son derece açıklayıcıdır. Sermaye, yalnızca paranın dolaşımı ya da üretim araçları değildir; akışkan, biçim değiştirebilen, kendini sürekli yeniden üreten bir yapıdır. Organsız beden, sabitlenmiş formlardan azade, potansiyel dolu bir yüzeydir. Sermaye de tıpkı böyle davranır: sınır tanımaz, kendi içinde çoğalır, ve artı-değeri üretmek üzere bedenleri, mekanları, arzuları dönüştürür.
Bu dönüşüm yalnızca ekonomik değil; aynı zamanda ideolojik ve arzusal bir dönüşümdür. Sermaye, kendisini makinelerde, fabrikalarda ya da şehirlerde sabit sermaye olarak cisimleştirirken; bu nesneleri artı-değer üretme işleviyle donatır. Deleuze’ün ifadesiyle, makineler ve eyleyiciler sermayeye tutunurlar—hatta öyle bir noktaya gelir ki, işleyişleri bile sermaye tarafından büyülenmiş gibidir. İnsanlar, mekanlar ve süreçler, farkında olmaksızın sermayenin artı-değer üretme kapasitesine hizmet eder hale gelir.
İşte tam bu noktada iktidar devreye girer. Sermaye, bu dönüşümünü kendi başına gerçekleştirmez; bir iktidar yapısıyla simbiyotik ilişki içindedir. Bu yapı yalnızca şiddetle değil, arzular üzerinden çalışır. İnsanlar, kendilerine yabancı olan bir sistemin devamına katkıda bulunurken, bunu çoğu zaman arzu ederek, gönüllü biçimde yapar. Sermaye, yalnızca emek değil, arzu da tüketir ve yeniden üretir.
Modern otoriter neoliberal yapılarda bu ilişki daha da belirgindir. Sermaye genişlerken, iktidar ona gerekli olan istikrarı sağlar; karşılığında ise sermayenin büyüsüne kapılmış kalabalıklar üzerinden kendi meşruiyetini pekiştirir. Kamusal alanlar özelleştirilir, doğa metalaştırılır, bedenler birer üretim birimine dönüştürülür. Her şey sermaye için ve sermaye sayesinde varmış gibi görünür.
Bu noktada Marx’ın uyarısı yankılanır: Kapitalistler, sermayeyi artı-emeği gasp etmek için kullanışlı bir araç olarak tanır. Fakat Deleuze, meseleyi daha da derinleştirerek, bu gaspın yalnızca ekonomik değil, varoluşsal ve arzusal bir mekanizma olduğunu gösterir. Yani iktidar ve sermaye, yalnızca dışsal bir tahakküm değil; içselleştirilmiş, arzuyla örülmüş bir düzen kurar.
Ve belki de en çarpıcı olanı şudur: Bu düzenin içindeki her şey, yalnızca çalışmaz; aynı zamanda büyülenmiş gibi işler. Makineler çalışırken büyülenmiştir, insanlar üretirken büyülenmiştir, şehirler dönüşürken büyülenmiştir. Sermaye yalnızca üretmez—büyüler.
Deleuze ve Guattari’ye göre, kapitalist üretim biçiminin tüm bedenleri, arzuları ve düşünme biçimlerini kendi düzenine katması, yalnızca bir tahakküm değil; aynı zamanda bir kapanmadır. Bu kapanmanın dışına çıkabilen tek figür, şizofrenik figürdür. Ancak burada kastedilen şizofreni, psikiyatrik bir tanı değil; bir kaçış çizgisi, bir “başka türlü var olma” biçimidir.
Şizofren, organsız bedenin akışlarını durmaksızın takip eder ama onları sabitlemeye, kategorize etmeye, disipline etmeye çalışmaz. Sermayenin büyüsüne kapılmak yerine, o büyüyü bozan, dağıtan, sınırları zorlayan bir ritimde yaşar. Bu anlamda şizofren, hem tehlikeli hem umut verici bir figürdür: O, düzenin dışında bir arzunun izini sürer.
Büyülenmiş makineler çalışmayı sürdürürken, şizofren arıza yaratır. Tıkırtının içine boğuk bir uğultu karışır. Ve belki de tam orada, sistemin sorunsuz işleyişine küçük bir sekte düşer. Şizofreni devrimci bir potansiyele sahip yaratıcı süreci başlatabilecek yegane güçtür.
Resim: Francis Bacon – Study After Velazquez’s Portrait of Pope Innocent X