“Filozoflar, teologlar, hukukçular, doktorlar, ahlakçılar ve eğitimciler kadınları tanımlama ve uygun davranışlarını tarif etme çabalarından bıkıp usanmadılar. Kadınlar, her şeyden önce sosyal konumları ve görevleriyle tanımlandı. Rousseau, Emile’in beşinci kitabında, kitaba adını veren kahramanı için kurguladığı kadın olan Sophie’yi yazmaya başladığında, söyleyeceği şuydu: “Erkekleri memnun etmek, onlara yararlı olmak, gençken büyütmek, büyürlerken göz kulak olmak, tavsiyede bulunmak, teselli etmek, hayatı onlar için hoş ve kabul edilebilir hale getirmek -bunlar, bütün çağlarda kadınların görevleridir ve onlara çocukluktan itibaren öğretilmesi gerekir.” Ortaçağ’da Limerick’li Psikopos Gilbert şu gözlemde bulunuyordu: “Kadınlar evlenirler ve dua edenlere, çalışanlara ve savaşanlara hizmet ederler.” Aristoteles’in ve aslında genel olarak erkeklerin görüşleri de çoğunlukla aynıydı; kadınların görevleriyle ilgili bu görüş, yüzyıllar boyunca fazla değişmedi.

… Dinin talepleri ile ahlakın talepleri birbirinin güçlendirdi. Pagan ya da Hristiyan Roma, genç kadınların bakire kalmasında ısrar etti ve kadın tevazusunu ve iffetliliğini kutsadı. Kadınlar örtünüyorlardı: Görüşleri Aziz Pavlus ve on dokuz yüzyıl sonra Barbey d’Aurevilly tarafından yinelenen Horatius, saygın bir kadında “insan sadece figürü görür” diyordu. Edepli kadınlar, kendi haremlerine ya da Victoria dönemi evlerine hapsedildiler. Bu kadınları belli sınırlar içinde tutma çabaları, her zaman kadınların doğasıyla ilgili belli varsayımları yansıtır: Kadınların vahşi ve disiplinsiz, kırılgan ve sağlıksız, kısıtlanmadıkları takdirde bir bela oldukları varsayımı.” Kadınların Tarihi I. Cilt: Ana Tanrıçalardan Hıristiyan Azizelere – Georges Duby

Psikanalizin psikoloji literatürüne kazandırdığı en değerli teorilerden olan savunma mekanizmalarından yansıtma (projection), kişinin kendinde sahiplenemediği, olumsuz ve kabul edilemez gördüğü duygu, düşünce ve davranışları başka birine veya bir gruba aktarması durumudur. Koskoca ataerki, kendinde zayıflık, iradesizlik, güçsüzlük olarak gördüğü özellikleri kabullenemeyen erkeğin beğenmediği ne varsa kadına atfetmesi üzerine inşa edilmiştir.

Buna verilebilecek en yıkıcı örneklerden birisi şudur: Kadından üstün özelliklere sahip olduğunu iddia eden erkeğin kadın çıplaklığı karşısında vahşi bir hayvan gibi dizginlenemez bir biçimde davranabileceği olasılığı üzerine kadın bedenini esaret altına alma talebinde bulunmasıdır. Kendi cinselliğini dizginleyemeyen bir durumda olmak “normal” karşılanırken, bir yandan da “vahşi, disiplinsiz, öngörülemez” olan kadından kendi bedenini sergilememesi ve erkeğin azgınlığını uyandırmaması yönünde çaba harcaması için oldukça irade gerektiren bir görev sorumluluğu yüklenmiştir kadına. Ne yaman çelişki değil mi?! Kadını baştan çıkarıcı ve günaha davet eden bir konumda suçlamayı bırakıp, neden biraz da kolayca baştan çıkana bakmıyoruz? Bu kadar kolay baştan çıkabilen erkek kendini konumlandırdığı üst yerden kolayca yoldan çıkması konusunda neler düşünüyor? Tüm “yüce” özelliklerle bezenmiş bir cinsiyetin kadın çıplaklığı karşısındaki acizliği oldukça büyük bir çelişki ve ataerkinin kadın cinsiyetine yaptığı immature yansıtmanın dolaysız bir örneği bana göre.

Resim: The Birth of Venus – Sandro Botticelli