“Rezil İnsanların Yaşamı” Michel Foucault’nun taslak halinde kalmış, ‘keşke tamamlayabilseydi’ diye düşündürüp içimde buruk bir tat bırakan, insan varoluşu kadar kısa olan sayfalarına yitip gitmiş binlerce hayatı sığdıran muhteşem kitabı. Dünyadan bir anlık gelip gitmiş, talihsizlikleri nedeniyle iktidarla, yasayla, dinle karşı karşıya gelmiş ve belki bu talihsizlikleri olmasa bizim için ve dünya için asla varolmamış gibi olan insancıkların varlığına değinmiş. Arzuları neler, duyguları neler, nelerden hoşlanırlar, nelerden nefret ederler hiç bilemeyeceğimiz, iktidarı tehdit eden ve bu nedenle kayıt altına alınan “rezillikleri” kadar tanıdığımız, ancak bu kadar ‘var’ diyebildiğimiz insancıklar.
Onların, o sefalete, o rezil yaşama nasıl geldiklerini bilemeyeceğiz. Aslında bir çoğumuz da o insanlar gibi gelip geçeceğiz bu dünyadan. Biz görünür olmak adına, çaresizce, kendimizi ve ötekileri durmaksızın kayıt altına alıyor, dikizliyor ve ifşalıyoruz. Bir zamanlar iktidarın zorla yaptığı mahremiyet ihlalini biz gönüllü olarak yapıyor, yaptırıyor ve iktidar mekanizmaları ile işbirliğine giriyoruz. Fırlatılmışlığımızın mahkumiyetini teknolojinin ve iktidarın sunduğu kayıt imkanları ile dünyaya olabildiğince yapışarak yok saymaya çalışıyoruz.
Tanımadığımız on binlerce sefil olmuş insan, kendi dünyaya fırlatılmışlığımızın ve yalnızlığımızın, sonluluğumuzun ve anlaşılmazlığımızın çarpıcı bir hatırlatması. Biz bu ontolojik gerçekliklerden olabildiğince kaçınıyoruz; bu kaçınma gerekli ve insanca. Yine de bazen kendini hatırlatmasına alan açmak gerekiyor. İlerlemek için ontolojik karşılaşmalar gerekli. Bu karşılaşmayı kolaylaştıranlarsa edebiyat, sanat yapıtları, felsefe ve sinema…
Bu dünyadan geçip gitmiş tüm kayıp ruhları, tüm talihsizleri bize bir anlığına hatırlatan ve biricikliğimizin iktidar ile ilişkisini sorgulatan Foucault’ya teşekkürler.
Resim: Cristobal Rojas Poleo – The Misery