“Bana istisnasız herkes kızıyor; kafalarındaki ‘ben’i bozduğum için. Ben onların hayallerinde tutarlıyım. Belki kendi hayalimde de tutarlıyım. Yaşarken bu iki tutarlılığın da dışındayım. Her şeyle sırasıyla alay ettiğim halde kendimi gülünç durumlarda buluyorum.” Oğuz Atay – Günlük

Atay tam da insan olma halinden bahsetmemiş mi? Gerçek ben ve ideal ben ne zaman örtüştü ki? Şimdi olduğumuz halimizle eski halimiz aynı değil; eskiden olmak istediğimiz kişi ile, şimdi olmak istediğimiz kişi de aynı değil. Tıpkı kendimiz gibi hayallerimiz de değişiyor. Dolayısıyla fikirlerimiz de değişiyor. Bazen bir gün önceki halimiz bile bize gülünç geliyor.

Cogito dergisinin 65-66 sayısında Julia Kristeva ,“Verili bir şimdide belirlenmiş değer yargılarının ezelden beri var olduğu ve ebediyete kadar da süreceği sanılır. Üstelik tekil bireyin kendi kişisel tarihinde bile çok sayıda yargısının değişmesine karşın bu böyledir.” diyor. Her ne kadar geçmişe baktığımızda değiştiğimizi gözlemliyor olsak da, bu bilgi içinde bulunduğumuz andaki düşünce ve inanışlarımızın değişmezliğine olan inancımızı sarsamıyor. Bu, oldukça normal ve insani bir durum elbette.

Basit bir örnek verecek olursak; bundan birkaç sene önce, sosyal medyada yazdığı şeylerin şimdi baktığında saçma gelmediği birisi var mıdır acaba? Hayatı çekici kılan bu çelişkiler işte. Zaman zaman kendimizi tutarsız hissettiğimizde, neler deneyimledim, bende neler değişti de şimdi farklı hissediyor, farklı davranıyor ve farklı düşünüyorum, diye sorabiliriz kendimize. Tutarsızlıklarımız değişimin ve gelişimin belirtisidir. Her gün aynı olsaydık kendimizden bile sıkılırdık. Bir günümüz diğer günümüze nasıl benzemiyorsa, bugünkü ben de dünkü benden farklıyım.

Kierkegaard, “İnsan sadece başkaları için değil, kendi için de bir gizem olmalı. Kendimi inceliyorum; bundan sıkılınca vakit geçsin diye bir puro yakıp düşünüyorum: tanrının benimle ne kastettiğini…” diyor.

Bazen kendimizde olanı biteni anlamasak da, hoşlanmasak da, hepsi bize ait, hepsi eşsiz varlığımızın unsurları. Beğenmediklerimizi halı altına süpürmek yerine bir mikroskopla bakar gibi onları incelemek, onları sahiplenmek her zaman daha iyi bir yere götürür bizi. Değişim ve dönüşüm kaçınılmaz; belki de bize düşen onu daha iyi bir yere doğru götürme çabamızı hiç bırakmamak. Geçmişte yaptığımız hatalara veya başımıza gelen talihsizliklere karşı olan tutumumuzu kendimizi veya çevremizi suçlayıcı bir yerden veya kurban rolünde, kaderci bir yerden değil de; sahiplenici ve dönüştürücü bir yerden belirlemek.

Cogito 65-66 Sayı’da Julia Kristeva ekliyor: “İyi bir başlangıç yapmak için geriye dönmek gerekir. Gerçek özgürlük geçmişi reddetmekten değil, onu yeniden ele alıp temellendirmekten geçer. Geçmişi kabullenerek yeniden ele alıp incelemek ve bu noktadan yeni bir başlangıç yapmak gerektiğine inanıyorum.”

O idealimizdeki ‘ben’e belki hiç ulaşamayacağız; ancak bizi ona en çok yaklaştıracak olan yöntem kendimize dair merakımızı hep canlı tutmaktır.

Resim: Frank Bramley – Delicious Solitude